29 Aralık 2012 Cumartesi

Mehmet Düz



"Dünyanın En Masum Yayıncısı"  
kemal düz
başlık abartılı değildir. o dünyanın en masum, en samimi, en hakiki yayıncısıydı. kimdi bu yayıncı, onun kişisel dünyasında kısa bir yolculuk yapalım...

:HIJ:
“Dünyanın en masum yayıncısı”

Başlık abartılı değildir. O dünyanın en masum, en samimi, en hakiki yayıncısıydı.
Kimdi bu yayıncı, onun kişisel dünyasında kısa bir yolculuk yapalım. Mehmet Düz (1955-2006) Aybastı doğumludur. Aybastı’nın Merkez İlkokulunda beşinci sınıfa kadar okur. 1966’da ailesinin Bafra’ya göç etmesi üzerine, son sınıfı Bafra’nın Doğanca İlköğretim Okulunda okur. Yaz tatillerinde Samsun’da gazinolarda yer göstericiliği, komilik, garsonluk gibi işlerde çalışır. Ordu ve sahil ilçelerine fındık sezonunda fındık toplamaya gider, okul harçlığını çıkarırdı. Güzel türkü söyler, iyi de bağlama çağlardı. Bu nedenle, küçüklüğündeki adı “âşık”tı. Belki de Aybastı’ya bağlamayı ilk o götürmüştür. 1967’da, Perşembe Yaylasındaki panayırda Ordulu bir fındık tüccarı, sesini o kadar beğenir ki, onu götürür bir terziye, en iyisinden bir takım elbise yaptırır.
Büyük ağabeyinin Erzurum’da olması ve onun yanında okuyacağı düşüncesiyle ortaokulun ilk iki yılını Erzurum’da, son sınıfı ise Bafra’da okur. Erzurum’da hafta sonu ve tatillerde sokaklarda gazete/dergi satardı. Samsun’daki Gelemen Ziraat Meslek Okuluna yatılı olarak girmiş ve üç yıl sonra mezun olmuştur. Ziraat teknisyeni olarak Elazığ’a atanmış ve orada da evlenmiştir. Elazığ’dan sonra Bafra İlçe Tarım Müdürlüğünde görevlendirilmiş. Oradan tekrar Baskil’e (Elazığ) atanmış, can güvenliğinin tehlikeye girdiğini anlayınca Ankara’ya 1977 yılında tayinini istemiştir. Sonra üniversiteyi dışarıdan takip etmiş ve bitirmiş, Ankara’da bir buçuk yıl öğretmenlik de yapmıştır. Ankara’da 1978 ile 1980 yılları arasında Ziraatçiler Derneği yönetim kurulunda da görev yapmış, o dönemde önemli ve cesaret isteyen projelere öncülük etmiştir. Tarımcılar Vakfının kuruluşuna öncülük etmiş, Ziraat Dünyası isimli derginin de editörlüğünü yapmıştır. O dergiyi çiftçilere ulaştırmaya çalışmıştır. Daha pek çok etkinliğe fikirleriyle katkıda bulunmuştur.Bir gün alıp götürürler Mamak zindanlarına. Orada iki aya yakın, Dal olarak adlandırılan işkencecilerin zulmüne uğrar. İçerden çıktıktan sonra ruh sağlığı bozulur. Kendine gelip de işine gidemez. Sonra müstafi durumuna düşer. Tabii o dönemde kimse solculara hele içeri girip çıkanlara iş vermeyi cesaret edemezdi. Ne yapabilirdi ki, bildiği en iyi iş, kitap ve ansiklopedi pazarlamacılığıydı. İstanbul’a gider, yayınevlerinden ansiklopedi, kitap setleri alır. Çıkar yollara, başlar dolaşmaya; hastaneler, sağlık ocakları, okullar derken girip çıkmadığı yer kalmaz.
Anadolu’da köy kent demez dolaşır, kitap ve ansiklopedi pazarlar. Hatta bir defasında 1980’li yılların ortalarında Datça’da kaymakamının emriyle ilçe sınırlarında kitap satışını engellemek maksadıyla otomobilinin kapıları kilitlenir, akşamdan sabaha kadar arabasının içine hapsedilir, sabahleyin şehri terk etmesi tembihlenir. “Sana burada kitap mitap sattırmayız. Yoksa senin için iyi olmaz ha... Bunu bilmiş ol,” gibi laflar edilir. Datça’dan sabahleyin koşar alelacele ayrılır. Pazarlamacılık zor iştir. Sonra sergi işine yönelir. O Türkiye’de tatil yörelerinde sergi açan ilk kişidir de. Ondan sonra kimi arkadaşları sahil yörelerinde sergi açmış, sonra da yaygınlaşmıştır. Yine kitap pazarlama işini de Anadolu’da ilk başlatanlar arasındadır. Yerleşik bir kitabevi kurmak ister. Adana’da bir sergi açar, bakar kitaba ilgi var, onu kitabevine dönüştürür. Açmış olduğu Ekin Kitabevi, Adanalı okuyucunun uğrak noktası olur. Devamında Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde bulunan Sümer Kitabevini devralır. 1989 yılında Ekin Yayınlarını kurar. Böylece kitap yayıncılığına da başlamış olur. Yalnızlığın getirmiş olduğu açmazlarla işlerini yürütmekle zorlanır. Önce Sümer sonra da Ekin Kitabevini kapatmak zorunda kalır. 1996’da İskenderun’da bir kitap sergisi açar. Bu sergi iki yıla yakın devam eder. İşte bunun devamı olarak Ferda Kitabevi kurulur; halen İskenderun’da varlığını devam ettirir bu kitabevi. Bundan sonra zamanını sadece kitap yayıncılığına ayırır. Çeviri ve telif olmak üzere iki yüze yakın kitap yayınlar. Basıma hazır yüzlerce kitap taslağı hazırlar. Öyle parasız pulsuz yayıncılık yapmak da kolay iş değildir. Her şeye rağmen direnir, çok önemli yazar ve şairlerin kitaplarını yayınlar. Türk edebiyatına yeni yüzler, yeni yapıtlar kazandırır. Pek çok çeviri kitap yayınlar. Telif ve çeviri olarak kitabı yayınlanan pek çok kişi, bu nedenle akademik kariyer yapar, kimileri de edebiyat dünyasında hatırı sayılır kişiler arasında yer alır.
Bütün bu süreçte, yakın ailesi dışında en ufak bir katkı görmemiştir. Bunlara rağmen, en insani gereksinmelerinden özveride bulunmuş ve bu kitapları yayınlamıştır. Çoğu zaman bırakınız bir evi, bir otel odasını, parklarda sabahlamıştır. Çok az yediğinden midesinin küçüldüğünü söylerdi. Ulus Baker’le Cebeci’de küçücük bir evde otururlar. Daha ilk ay, dairenin kirasını veremezler. Bir akşamüstü eve gelirler. Aslında gelemezler. Evin kapısına gelirler: Hava yağmurlu ve rüzgârlıdır. Kitaplar defterler, yatak yorgan, kap kaşık, neleri var neleri yok kapının önündedir. Kimi kitaplar ve eşyalar ıslanmış, kimilerini de rüzgâr sağa sola sürüklemiştir. Evin sahibi koymuştur evde ne var ne yoksa kapının önüne. Ne yapacaklarını bilemezler. Evraklar, yazılar, o güzelim kitaplar, her şey gitmiştir. Kim bilir o evde Ulus Baker’in gün yüzüne çıkmamış ne yazıları vardı. Yine Ulus Baker’le ilginç ve trajik bir anısı ise şöyle: Bir akşam Sıhhıye’deki oturdukları evin teras katına çıkıyorlar, intihar etme teşebbüsünde bulunuyorlar. Çok uğraşıyorlar ancak bir türlü intihar edemiyorlar. Ağabeyim bunları anlattıkça güler dururdu. Kitap pazarlamacılığı, çeşitli yerlere kitap sergisi derken tekrar memuriyete kararı verilir. Meşakkatli yılların ardından 2003’te Ayaş İlçe Tarım Müdürlüğüne atanır. Mehmet Düz halinden memnundur. Ayaş’a edebiyat çevresinden arkadaşları da gelip gider. Bunlar, Ulus Baker, Yücel Kayıran, Engin Korelli ve başka arkadaşlarıdır. Ayaş’ta sebze meyve (domates, biber) yetiştirir. Turşu yapar. Arkadaşları geldikçe yanına, onlarla bir şeyler yemek içmek çok hoşuna giderdi. Orada felsefe ve edebiyat üzerine söyleşiler yapılır. Özellikle günümüz şiiri tartışılırdı. Ayaş adeta edebiyat sanat ve felsefe okulu olmuştur Mehmet Düz orada olduğu süreçte.
Her şey öyle düzgün gitmez. Bir gün ayağında ağrı şikâyetiyle Ayaş Sağlık ocağına gider, oradaki tabip ona bir merhem verir ve bunu bacaklarının ağrıyan kısımlarına sürmesini ister. Oysa rahatsızlığın akciğer kanserinin belirtileri olduğu sonraları ortaya çıkar. Son günlerinde bu doktorun adını hep andı durdu. Yaklaşık on beş ay süren tedavi olumlu sonuç vermez. Vefatından önce, çok sevdiği Karaburun’a isteği üzerine birlikte gittik; duygulandı, gözlerinde mutlu mutsuz bir ışıltı oldu. Sonra gözlerini açtığı, yaşadığı topraklara, yaylalara, ovalara, Aybastı, Ordu, Samsun ve Bafra’ya götürdük. Birlikte güldük, hüzünlendik. Oraların tatlarını, lezzetini alamadı. Ayran içemedi, çok sevdiği fasulye, pazı turşularını yiyemedi. Soğuk yayla suyundan içemedi. Acımsı bir hayat okunurdu yüzünde. Çok acı çekti mi bilemem. Ancak bunu hiç fark ettirmedi bize. Ömrünün son günleri yatakta geçti. Artık hiçbir şey yiyemez içemez olmuştu. Su dahi içmiyor, bakışları donuklaşıyordu. Televizyonda kitapla, sanatla veya kültürle ilgili, hele hele kitapla ilgili bir program olursa hiç kaçırmaz, gözlerini diker televizyona, can kulağıyla dinlerdi. Ömrünün büyük bölümünü geçirdiği Ankara’da 18 Eylül 2006 günü aramızdan ayrıldı. Ertesi gün, doğduğu köyün aile mezarlığına sevenleri akrabaları ve memleketinin devrimci insanları eşliğinde toprağa verildi. Şırıl şırıl Karadeniz’e akan Bolaman Irmağının sesini duysun ve uykusu bölünmesin düşüncesiyle, çok sevdiği anasının babasının koynuna yorgunluğuyla, yalnızlığıyla bırakıldı. Biliyorum, ne Mehmet Düz’ler geldi geçti, neleri de gelip gelecek bu edebiyat dünyasından, bu devran hep böyle dönecek. Mehmet Düz’ü, zindanlar, işkenceler, parasızlık, meskensizlik, vefasızlık, bilcümle namertlikler yıkamadı. Ancak onu kanser aldı aramızdan. Yapacak, yayınlayacak çok şeyleri vardı. Onlar yarım kaldı... yarım... hep yarım...

1 yorum:

  1. Amca bana burdan kimseye hayat dersi vermek düşmez. Babamın bir ailesi olduğunu hep unuttunuz varsa yoksa Solculugu, demokratligi komünizmi. 40 yıllık ömrümde sizden kim vardı yanimizda sadece güzel Annemden başka. Adamı yaşarken kullandilar bari öbür dünyada rahat biraksinlar.

    YanıtlaSil