16 Ocak 2013 Çarşamba

FERDA KİTABEVİ

 ikinci el kitaplarınız satın alınır.

Satışa sunduğumuz binlerce kitabı 

http://www.nadirkitap.com/sahaf-detay.php?kitaplari=1&uyeid=5497

 adresinden internetten satın alabilirsiniz.

Osmanlıca,Türkçe, Yunanca, Ermenice, Ermeni harfleriyle Türkçe, İbranice, Grek harfleriyle Türkçe ve diğer dillerde basılmış,yazılmış, Edebiyat, Anı-Hatırat, Tarih, Araştırma ve başvuru kitaplar, süreli yayınlar, evrak, belge, kartpostal, 
afiş,fotoğraf ve diğer materyalleriniz satın Alınır Satılır...

Her türde okunmuş kitap alınır satılır.


Roman, şiir, deneme, sanat, tarih vb. kültür kitapları, çocuk kitapları, plaklar,alınır ...

Telefon:


0530 311 85 26

29 Aralık 2012 Cumartesi

Mehmet Düz



"Dünyanın En Masum Yayıncısı"  
kemal düz
başlık abartılı değildir. o dünyanın en masum, en samimi, en hakiki yayıncısıydı. kimdi bu yayıncı, onun kişisel dünyasında kısa bir yolculuk yapalım...

:HIJ:
“Dünyanın en masum yayıncısı”

Başlık abartılı değildir. O dünyanın en masum, en samimi, en hakiki yayıncısıydı.
Kimdi bu yayıncı, onun kişisel dünyasında kısa bir yolculuk yapalım. Mehmet Düz (1955-2006) Aybastı doğumludur. Aybastı’nın Merkez İlkokulunda beşinci sınıfa kadar okur. 1966’da ailesinin Bafra’ya göç etmesi üzerine, son sınıfı Bafra’nın Doğanca İlköğretim Okulunda okur. Yaz tatillerinde Samsun’da gazinolarda yer göstericiliği, komilik, garsonluk gibi işlerde çalışır. Ordu ve sahil ilçelerine fındık sezonunda fındık toplamaya gider, okul harçlığını çıkarırdı. Güzel türkü söyler, iyi de bağlama çağlardı. Bu nedenle, küçüklüğündeki adı “âşık”tı. Belki de Aybastı’ya bağlamayı ilk o götürmüştür. 1967’da, Perşembe Yaylasındaki panayırda Ordulu bir fındık tüccarı, sesini o kadar beğenir ki, onu götürür bir terziye, en iyisinden bir takım elbise yaptırır.
Büyük ağabeyinin Erzurum’da olması ve onun yanında okuyacağı düşüncesiyle ortaokulun ilk iki yılını Erzurum’da, son sınıfı ise Bafra’da okur. Erzurum’da hafta sonu ve tatillerde sokaklarda gazete/dergi satardı. Samsun’daki Gelemen Ziraat Meslek Okuluna yatılı olarak girmiş ve üç yıl sonra mezun olmuştur. Ziraat teknisyeni olarak Elazığ’a atanmış ve orada da evlenmiştir. Elazığ’dan sonra Bafra İlçe Tarım Müdürlüğünde görevlendirilmiş. Oradan tekrar Baskil’e (Elazığ) atanmış, can güvenliğinin tehlikeye girdiğini anlayınca Ankara’ya 1977 yılında tayinini istemiştir. Sonra üniversiteyi dışarıdan takip etmiş ve bitirmiş, Ankara’da bir buçuk yıl öğretmenlik de yapmıştır. Ankara’da 1978 ile 1980 yılları arasında Ziraatçiler Derneği yönetim kurulunda da görev yapmış, o dönemde önemli ve cesaret isteyen projelere öncülük etmiştir. Tarımcılar Vakfının kuruluşuna öncülük etmiş, Ziraat Dünyası isimli derginin de editörlüğünü yapmıştır. O dergiyi çiftçilere ulaştırmaya çalışmıştır. Daha pek çok etkinliğe fikirleriyle katkıda bulunmuştur.Bir gün alıp götürürler Mamak zindanlarına. Orada iki aya yakın, Dal olarak adlandırılan işkencecilerin zulmüne uğrar. İçerden çıktıktan sonra ruh sağlığı bozulur. Kendine gelip de işine gidemez. Sonra müstafi durumuna düşer. Tabii o dönemde kimse solculara hele içeri girip çıkanlara iş vermeyi cesaret edemezdi. Ne yapabilirdi ki, bildiği en iyi iş, kitap ve ansiklopedi pazarlamacılığıydı. İstanbul’a gider, yayınevlerinden ansiklopedi, kitap setleri alır. Çıkar yollara, başlar dolaşmaya; hastaneler, sağlık ocakları, okullar derken girip çıkmadığı yer kalmaz.
Anadolu’da köy kent demez dolaşır, kitap ve ansiklopedi pazarlar. Hatta bir defasında 1980’li yılların ortalarında Datça’da kaymakamının emriyle ilçe sınırlarında kitap satışını engellemek maksadıyla otomobilinin kapıları kilitlenir, akşamdan sabaha kadar arabasının içine hapsedilir, sabahleyin şehri terk etmesi tembihlenir. “Sana burada kitap mitap sattırmayız. Yoksa senin için iyi olmaz ha... Bunu bilmiş ol,” gibi laflar edilir. Datça’dan sabahleyin koşar alelacele ayrılır. Pazarlamacılık zor iştir. Sonra sergi işine yönelir. O Türkiye’de tatil yörelerinde sergi açan ilk kişidir de. Ondan sonra kimi arkadaşları sahil yörelerinde sergi açmış, sonra da yaygınlaşmıştır. Yine kitap pazarlama işini de Anadolu’da ilk başlatanlar arasındadır. Yerleşik bir kitabevi kurmak ister. Adana’da bir sergi açar, bakar kitaba ilgi var, onu kitabevine dönüştürür. Açmış olduğu Ekin Kitabevi, Adanalı okuyucunun uğrak noktası olur. Devamında Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesinde bulunan Sümer Kitabevini devralır. 1989 yılında Ekin Yayınlarını kurar. Böylece kitap yayıncılığına da başlamış olur. Yalnızlığın getirmiş olduğu açmazlarla işlerini yürütmekle zorlanır. Önce Sümer sonra da Ekin Kitabevini kapatmak zorunda kalır. 1996’da İskenderun’da bir kitap sergisi açar. Bu sergi iki yıla yakın devam eder. İşte bunun devamı olarak Ferda Kitabevi kurulur; halen İskenderun’da varlığını devam ettirir bu kitabevi. Bundan sonra zamanını sadece kitap yayıncılığına ayırır. Çeviri ve telif olmak üzere iki yüze yakın kitap yayınlar. Basıma hazır yüzlerce kitap taslağı hazırlar. Öyle parasız pulsuz yayıncılık yapmak da kolay iş değildir. Her şeye rağmen direnir, çok önemli yazar ve şairlerin kitaplarını yayınlar. Türk edebiyatına yeni yüzler, yeni yapıtlar kazandırır. Pek çok çeviri kitap yayınlar. Telif ve çeviri olarak kitabı yayınlanan pek çok kişi, bu nedenle akademik kariyer yapar, kimileri de edebiyat dünyasında hatırı sayılır kişiler arasında yer alır.
Bütün bu süreçte, yakın ailesi dışında en ufak bir katkı görmemiştir. Bunlara rağmen, en insani gereksinmelerinden özveride bulunmuş ve bu kitapları yayınlamıştır. Çoğu zaman bırakınız bir evi, bir otel odasını, parklarda sabahlamıştır. Çok az yediğinden midesinin küçüldüğünü söylerdi. Ulus Baker’le Cebeci’de küçücük bir evde otururlar. Daha ilk ay, dairenin kirasını veremezler. Bir akşamüstü eve gelirler. Aslında gelemezler. Evin kapısına gelirler: Hava yağmurlu ve rüzgârlıdır. Kitaplar defterler, yatak yorgan, kap kaşık, neleri var neleri yok kapının önündedir. Kimi kitaplar ve eşyalar ıslanmış, kimilerini de rüzgâr sağa sola sürüklemiştir. Evin sahibi koymuştur evde ne var ne yoksa kapının önüne. Ne yapacaklarını bilemezler. Evraklar, yazılar, o güzelim kitaplar, her şey gitmiştir. Kim bilir o evde Ulus Baker’in gün yüzüne çıkmamış ne yazıları vardı. Yine Ulus Baker’le ilginç ve trajik bir anısı ise şöyle: Bir akşam Sıhhıye’deki oturdukları evin teras katına çıkıyorlar, intihar etme teşebbüsünde bulunuyorlar. Çok uğraşıyorlar ancak bir türlü intihar edemiyorlar. Ağabeyim bunları anlattıkça güler dururdu. Kitap pazarlamacılığı, çeşitli yerlere kitap sergisi derken tekrar memuriyete kararı verilir. Meşakkatli yılların ardından 2003’te Ayaş İlçe Tarım Müdürlüğüne atanır. Mehmet Düz halinden memnundur. Ayaş’a edebiyat çevresinden arkadaşları da gelip gider. Bunlar, Ulus Baker, Yücel Kayıran, Engin Korelli ve başka arkadaşlarıdır. Ayaş’ta sebze meyve (domates, biber) yetiştirir. Turşu yapar. Arkadaşları geldikçe yanına, onlarla bir şeyler yemek içmek çok hoşuna giderdi. Orada felsefe ve edebiyat üzerine söyleşiler yapılır. Özellikle günümüz şiiri tartışılırdı. Ayaş adeta edebiyat sanat ve felsefe okulu olmuştur Mehmet Düz orada olduğu süreçte.
Her şey öyle düzgün gitmez. Bir gün ayağında ağrı şikâyetiyle Ayaş Sağlık ocağına gider, oradaki tabip ona bir merhem verir ve bunu bacaklarının ağrıyan kısımlarına sürmesini ister. Oysa rahatsızlığın akciğer kanserinin belirtileri olduğu sonraları ortaya çıkar. Son günlerinde bu doktorun adını hep andı durdu. Yaklaşık on beş ay süren tedavi olumlu sonuç vermez. Vefatından önce, çok sevdiği Karaburun’a isteği üzerine birlikte gittik; duygulandı, gözlerinde mutlu mutsuz bir ışıltı oldu. Sonra gözlerini açtığı, yaşadığı topraklara, yaylalara, ovalara, Aybastı, Ordu, Samsun ve Bafra’ya götürdük. Birlikte güldük, hüzünlendik. Oraların tatlarını, lezzetini alamadı. Ayran içemedi, çok sevdiği fasulye, pazı turşularını yiyemedi. Soğuk yayla suyundan içemedi. Acımsı bir hayat okunurdu yüzünde. Çok acı çekti mi bilemem. Ancak bunu hiç fark ettirmedi bize. Ömrünün son günleri yatakta geçti. Artık hiçbir şey yiyemez içemez olmuştu. Su dahi içmiyor, bakışları donuklaşıyordu. Televizyonda kitapla, sanatla veya kültürle ilgili, hele hele kitapla ilgili bir program olursa hiç kaçırmaz, gözlerini diker televizyona, can kulağıyla dinlerdi. Ömrünün büyük bölümünü geçirdiği Ankara’da 18 Eylül 2006 günü aramızdan ayrıldı. Ertesi gün, doğduğu köyün aile mezarlığına sevenleri akrabaları ve memleketinin devrimci insanları eşliğinde toprağa verildi. Şırıl şırıl Karadeniz’e akan Bolaman Irmağının sesini duysun ve uykusu bölünmesin düşüncesiyle, çok sevdiği anasının babasının koynuna yorgunluğuyla, yalnızlığıyla bırakıldı. Biliyorum, ne Mehmet Düz’ler geldi geçti, neleri de gelip gelecek bu edebiyat dünyasından, bu devran hep böyle dönecek. Mehmet Düz’ü, zindanlar, işkenceler, parasızlık, meskensizlik, vefasızlık, bilcümle namertlikler yıkamadı. Ancak onu kanser aldı aramızdan. Yapacak, yayınlayacak çok şeyleri vardı. Onlar yarım kaldı... yarım... hep yarım...

İNTERNETTEN KİTAP SATIŞI

http://www.nadirkitap.com/sahaf-detay.php?uyeid=5497GO

BİNLERCE KİTABIMIZI   NADİR KİTAP
İNTERNET ADRESİNDE GÖREBİLİR VE  EDİNEBİLİRSİNİZ

4 Kasım 2012 Pazar

Ferda Kitabevi

Ferda kitabevi,
İskenderun'da Mehmet Düz'ün öncülüğünde
Emine ve Kemal Düz tarafından merhum Ferda Erdem'in adından ve T
eyfik Fikret'in "Ferda" adlı şiirinden esinlenerek isim almış bir kitabevidir.
Yaklaşık 15 yıldır İskenderun ve bulunduğu bölgeye okuyucusundan aldığı destekle edebiyat, kültür sanat adına katkı sunmaktadır.

Ferda Kitabevi İskenderun'dan İstanbul Üsküdar'a taşınmıştır.



İSKENDERUN’DA KİTAPÇI OLMAK 

“ hem türk 
hem solcu 
hem sünni müslüman” 

Yücel Kayıran 


100 bin kitap; bu en az tahmin ettiğimiz, İskenderun’da son 14 yılda okuyucuya ulaştırdığımız türlü çeşitli kitap sayısıdır. Hemen hemen her eve, okula, işyerine ulaştırdığımız birkaç kitap vardır mutlaka. 
Kitapla okuyucuyu, okuyucuyla yazarı buluşturduk, aydınlanmaya katkı sunduk, yılmadan, usanmadan, bıkmadan, yıllardır kurduğumuz düşleri İskenderun’da gerçekleştirdik. 
Büyük sermayenin pek rağbet ettiği iş değildir, kitap satmak. Çünkü getirisi azdır, satışı zordur, hem emek hem de sermaye ister. 
Bu iş ancak bir ‘ideal’ uğruna yapılabilir, başka türlüsü mümkün değildir. Bizim idealimiz Atatürk’ün hedeflediği ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmasıdır. 
Bilimin aklın öncülüğünde, çağdaş, ileri düzeyde güzel bir dünya yaratılmasına katkı sunmak. Eşit, özgür, demokrasi içinde sağlıklı bir yaşamın birlikte sürdürülmesini kitapla desteklemektir. 
Yeni bir bilinçışığı yaratmaktır. 
Ben bu yazımda, neden kitap, neden bir kitabevi, neden İskenderun sorularının yanıtını da vermiş olacağım. Belki ileride İskenderun’un kültür, sanat tarihini yazacak biri çıkar da, ona referans olur bu yazı. 
Kültür, sanat İskenderun’da hep ihmal ediliyor gibi gelir bana. 

1995 yılının Mayıs’ında Hakkari’nin dağlık bir yerinde, karanlık bir akşamüstü, İskenderun’a tayinimin çıktığını öğrendim. Aslında İskenderun adını çok duymuştum. Fakat burası hakkında yeterli bir bilgim yoktu. Oysa, Hakkari’den sonra daha büyük bir yer ummuştum.. Olmadı. O yılın Temmuz’unda İskenderun’a geldim. 
Burada ilk fark ettiğim şu idi: hemen hemen her bakkalda, markette gazete ve dergi olmasıydı. Burada kitap da satılabilirdi. Kitap, yayıncılık ilgimi çeken konuların başındaydı. 

Yayıncı ağabeyim Mehmet Düz’e İskenderun’da bir kitap sergisi açma önerisi götürdüm. O da kabul etti. Ankara’dan hatırlı birinin vasıtasıyla, İskenderun Belediyesi Evlendirme Dairesi salonunda kitap sergisi açmak, için müsaade almışlar. Sergi ’kitap günleri’ adı altında 15 gün sürecektir. 
Rahmetli Ağabeyim, 1996 Şubat’ının son günlerinde bir kitapçı/yayıncı arkadaşı Ahmet Durak’la birlikte bir minübüs dolusu kitapla İskenderun’a gelirler.. Evlendirme salonuna kitapları standlara yerleştirmeye başlarlar. 
Aynı günün akşamı neler yapıldığını merak etmiş ve nikah salonuna bende gitmiştim.. Ağbeyim bir köşede, arkadaşı bir başka köşede oturuyordu. Yüzleri asık, moralleri bozuktu. Anormal bir şey olduğu belliydi hallerinden. Ne var ne yok şeklinde sordum. Önce cevap vermediler. Sonra konuştular. Durum şu idi.: 
Belediye Başkan yardımcısı, kitaplar yerleştirilirken gelmiş, kitaplara bakmış. Kitapların içindeki; Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Nazım Hikmet, Doğan Avcıoğlu gibi yazarların kitaplarını görmüş; Bu kitapları burada satılmasına izin vermeyeceklerini, uygun görmediklerini ifade etmiş, iki saat içinde kitapları toplayıp salonu terk etmelerini bildirmiş ve oradan ayrılmış. 
O kadar kitabın toplanması, kolilenmesi iki saat içinde olacak iş değildir tabi. Bunun mümkün olmadığı anlaşılınca, sonra ki güne kadar süreyi uzatmışlar.. Ben orada bunları duyduktan ve onların o çaresizliklerini gördüm ve çok üzüldüm.. Dünya kadar para harca, araba kirala, kitap getir, yerleş. Şu kitap yok, bu kitap sakıncalı, bu yazar şucu, o yazar bucu denilerek verdikleri izini iptal ederler. Onların o perişan halini gördüm ve karar verdim. İskenderun’a bir kitabevi kurmaya karar verdim. Ve bunu hep aynı bu çevrede yapmaya kararlıydım. Ağabeyimler yeni bir yer bulur ve kitaplar burada sergilenir. Okuyucuların ilgisi oldukça iyidir. Kitap yetiştiremezler, çok miktarda kitap satılır. Sergi salonu dolup taşar. Bu yeni yerde yaklaşık üç ay devam eder sergi. Daha sonra ki yıllar, kısa süreli kitap günleri adı altında aynı çevrede sergiler devam eder. 
Yıl 1999 Temmuz ayına gelinir, ‘Ferda’ adı altında kitabevini Kanatlı Caddesi’ne Eşim açar. ‘Ferda ‘ önemli bir addır. Her şeyden önce Atatürk’ün çok etkilendiği şairlerden Tevfik Fikret’in gençlere seslendiği önemli bir şiirinin adıdır. Ayrıca ‘yarın’ anlamına gelen bir sözcüktür. Bir diğer önemi de Almanya’da kültür sanat işiyle uğraşan kırklı yıllarında kaybettiğimiz kayın biraderimin adıdır. 
2001 yılında emekli oldum, o günden beri kitap işini eşimle birlikte sürdürüyoruz. Çeşitli kesimlerden olumlu olumsuz tepkiler aldık. Her türlü ekonomik ve sosyal baskılara karşı yılmadık, direndik, böylece on tam yıl geçti, kalıcı bir kitabevini getirdik bu günlere. İnsan yaşadığı tarihe bir çizgi atarsa kalıcı olur düşüncesinden hareketle İskenderun’un kültür sanat tarihine bir kalın çentik attık. 
Bu on yıl boyunca Ses gazetesi’nin moral desteği dışında hiçbir kurum ve kişiden önemli ölçüde bir destek görmedik. Bugün sadece kitap satarak varlığını sürdüren kitabevleri, ülkemizde yok denecek düzeydedir. Artık kitap, büyük mağazalardan, günlük alışverişlerle birlikte alınan bir mal haline getirilmiştir. Bugün ülkemizin Antep, Maraş, Kayseri gibi illerinde kitabevi yoktur. Klasik anlamda sadece kitap satan, kitabevleri dönemi artık bitmek üzeredir.
Korsan kitap, hayat pahalılığı, gelir düzeyinin düşmesi ve okumanın teşvik edilmemesi bunun en önemli nedenleri arasındadır.. Gelinen sosyo/ekonomik kriz,’ önce vazgeçilecek bir nesne’ olan kitabı, çok olumsuz etkiledi. Kitap satışları hiçbir dönemde bu kadar düşmedi.. Kentlerin gelişmişliği sadece güzel binalarla, şatafatlı parklarla, yollarla, sahiliyle ölçülmez, kişi başına düşen kitap, dergi sayısı da önemli bir ölçüdür. Evsiz barksız, meşakkatli ve özverili geçen bu on yıl; hayatımızın da en mutlu yılları oldu aynı zamanda. 
Tonlarca kitap, dergi sunduk okuyucuya; kimine hediye, kimine meccane, kimine de indirimli fiyattan, Her satılan kitabı dünyayı aydınlatan bir yıldız gibi düşündük ne kadar çok kitap, o kadar parlayan yıldız… 
Diliyoruz ki, yapılacak yerel seçimlerde İskenderun’da ve ülkemizin her beldesinde, kültüre sanata, bilime değer veren adaylar seçilsin yönetime gelsin. 
Kitaba, yazıya önem verilsin. 
Yazıyı, eski çağın büyük filozofu Platun’un, ideal devleti betimlediği bir sözü ile bitirmek istiyorum :”ya yöneticiler filozof, ya da filozoflar yönetici olsunlar.” dileği, ikibin yıldır unutulmadı ve herhalde bunu ilk defa ülkemiz hayata geçirdi. En güzel örneği de, Atatürk’tür. 

Kemal Düz 
20 Mart 2009 
İskenderun